ULUSLARARASI İLETİŞİM

Uluslararası iletişimin olabilmesinin ön koşulu ulus denen siyasal birimlerin ve bu birimler arasında ilişkilerin varlığıdır. Dolayısıyla eğer ulus yerine siyasal birim olarak kavim varsa, o zaman ilişki ve dolayısıyla iletişimler de kavimler arası iletişim olur.

Uluslararası iletişim öncelikle makro-seviyedeki ilişkileri anlatır. Burada birim uluslardır. Dolayısıyla, ulus birimleriyle ilgili siyasal, kültürel, ekonomik, eğitim, turizm, çevre, işçi göçü, ücret politikaları, gümrük konuları, yatırım, üretim, dağıtım ve uluslararası diplomatik ilişkiler uluslararası iletişim kapsamı içine girer. Bu ilişkiler tek yönlüden, ikili ve çok yönlüye kadar değişir. Tek yönlü olanlar bir ülkenin kendi başına bir veya birden fazla ulusu ilgilendiren konularda aldığı ve (zorla, baskıyla, şantajla, iknayla) uyguladığı kararları ve ilişkileri içerir. İkili ilişkiler yakın güce sahip uluslararasında yapılan karşılıklı anlaşmalarla yürütülen ilişkilerdir. İkili ilişkiler güçlü ile güçsüz arasında ise, bu aslında tek yönlüdür. Çoklu ilişkiler bölgesel (NATO), veya küresel (Birleşmiş Milletler) gruplaşmalarla oluşur.

Ticaret ilişkilerinin düzenlenmesi makro seviyede uluslararası bir karaktere sahiptir. Firma bazında ticari ilişkiler uluslararası ticaretin en yoğun yürütülme biçimleridir. Bir tüccarın diğer ülkelerde ticaret yapması veya yatırım yapması uluslararasında düzenlenmiş kurallara ve geleneklere göre yürütülen mikro-seviyede bir ilişkidir. Bu bağlamda dev firmaların ve küçük tüccarların dış ile yaptığı alışveriş uluslararası ticari ilişkilerin bütünleşik bir parçasıdır.

Uluslararasındaki siyasal ve ekonomik anlaşmalarla işçi göçünün düzenlenmesi uluslararası bir ilişkiyi anlatır. Aynı durum seyahat ve turizm endüstrilerinin olduğu ve milyonlarca insanın bir yerlere gitmesini içeren turizm ilişkilerinde de vardır.

Kitle iletişimi bağlamında uluslararası iletişim (a) kitle iletişim teknolojilerinin örgütlenme, üretim ve dağıtım biçimleri, (b) iletişim ürünlerinin, profesyonel ideolojilerin, yasal yapıların ve iş kültürünün transferi, benimsetilmesi ve benimsenmesi ile ilgili ilişkileri kapsar.

Özlüce, uluslararası iletişim uluslararasında olan bütün ilişki biçimlerini içerir. Uluslararası ilişkilerin olduğu her mekan ve zamanda iletişim vardır. Uluslararası iletişim sadece kitle iletişim ürünlerinin (örneğin tv programlarının, filmlerin, müzik kasetlerinin, CD’lerin) akışı değil, aynı zamanda sermayenin ve emeğin akışı ve kullanım biçimini de içerir. Hemen her zaman siyasal ile ekonomik iç içedir ve her siyasalın temelinde daima kısa veya uzun vadeli ekonomik çıkar ve güç hesapları yatar. Avrupa Birliği’nin, IMF’nin veya Dünya Bankasının Türkiye’ye karşı, örneğin, insan hakları ihlallerini öne sürerek aldığı tavırlar ve kararları belirleyen faktör, bu güç merkezlerinin insana verdiği insanca değerden asla kaynaklanmaz. İnsan haklarıyla insana verilen değerin altında daima ekonomik çıkarlar ve güç ilişkileriyle gelen planlı amaçlar vardır. Bu ilişkilerde eğer insana insanca değer verme işlevsel ise, ideolojik politikalar ona göre biçimlendirilir. Eğer diğer bir ulusa baskı için insan hakları bahaneleri kullanılması gerekiyorsa, kullanır. Bu baskı demokrasi, özgürlük, hak, hukuk ve insanlık adına insanları öldüren bir savaş iletişimi biçiminde olabilir. Uluslararası kapitalist sermayenin diğer ülkelerde insan hakları ve demokrasi şampiyonluğunun doğası böyledir. Böyle olmasaydı, bu firmalar kendi ülkelerinde fabrikaları kapatıp orada insanların işsiz kalmasına neden olmazlardı. Türkiye gibi ülkelere gelip azami kar için insanları en kötü koşullarda en düşük ücretle çalıştırmaz ve dünyada yoğun yoksulluk yaratmazlardı. Çeşitli uygulamalarla sendikalaşmayı parçalamaz ve en uygun sömürü yollarını aramazlardı. Katılımcı yönetim gibi bilinç yönetimiyle çalışanların kendi sömürülerine gönüllü ve verimli bir şekilde katılmalarını sağlamaya çalışmazlardı.

Ulus içi ve uluslararası siyasal, kültürel ve ekonomik düzende iletişim yapıları bu düzenin bütünleşik bir parçasıdır. Dünyadaki global siyasal, kültürel ve ekonomik pazar yapısının işlemesi ve amaçlarına ulaşması ancak iletişim ile mümkündür. Bu bütünleşiklik yanında, uluslararası siyasal, kültürel ve ekonomik iletişim devletler seviyesinde ikili veya uluslararası çoklu örgütlenmelerle yürütülür. Bu yürütme, organik bir oluşumun değil, belli egemenlik ilişkileriyle olur. Bu nedenle statik değil, dinamik, yani değişen güç yapılarına göre değiştirilen bir yapıya sahiptir.

Firmalar seviyesindeki uluslararası iletişim özel teşebbüsler arasındaki rekabet, anlaşma, birleşme gibi biçimlerde kendini gösterir. Devletlerin rolü çoğu kez iç ve dış ilişkilerde kamu ve özel sektörlerin çıkarlarını gerçekleştirme yönünde düzenlemeler yapmak ve sektör olarak pazara katılmak biçimindedir. Devlet en iyi şekliyle, çıkarların çatıştığı ve uzlaşmaya vardığı ve bu uzlaşmanın "haklı ve doğru" temele dayanma yerine çeşitli baskı ve güç kullanımı temeline dayandığı güç mücadelesi alanıdır.

Günümüzde birbiriyle karmaşık iletişim şebekeleriyle bağıntılı kapitalist pazar yapısı (a) üretim, dağıtım ve tüketimde azami çıkar sağlama hesaplarını gerçekleştirir; (b) üretim faaliyetlerinin amacını ve türünü; (c) üretimin ve dağıtımın nerede ve nasıl yapılacağını (ç) uzmanlaşma biçimini, derecesini ve hangi ülkede nasıl olacağını; (d) emek, mal ve hizmetler için yapılacak harcamaların tarzını saptar; (e) teknolojik icatların ve yeniliklerin doğasını, kapsamını ve yerini belirler.

Uluslararası iletişimin üretim tarzı (örneğin IMF’nin borç verme koşulları, özelleştirme kararları ve uygulamaları) ve bu tarz içindeki ilişki biçimleri, dünyadaki materyal üretim ve siyasal egemenlik ilişkilerinin doğasını anlatır. Örneğin Birleşmiş Milletlerde, ülkeler arasındaki ikili veya çoklu ticari ve diplomatik ilişkilerle sürdürülen yapı ve bu yapının iletişim tarzı uluslar arasında yaşanan egemenlik mücadelelerinin belli bir durumunun ifadesidir. Uluslararası ilişkilerde, aynı zamanda, ithalat ve ihracat, özel teşebbüsün tekelleşme, rekabeti ortadan kaldırma, ücret ve iş koşullarını kendi çıkarlarına göre biçimlendirme gibi hareketleri ve ilişkileri düzenlenir. Benzer şekilde, turizm ilişkilerinde insan trafiğinin ve kaynakların akışının uluslararası düzenlenmesi yapılır. Bu düzenlenmeler, evrensel adalet, haklılık, insan hakları ve özgürlük ilkelerine göre değil, dünya pazarlarındaki egemenlik ilişkilerinin dinamiğine göre biçimlenir.

Uluslararası iletişimin üretiminde egemen tarz, gelişmiş ülkeler arasında pazar tutma, genişletme ve pazar payını artırma politikaları biçimindedir. Gelişmiş ülkelerle diğer ülkeler arasında ise, ilişkiler farklı biçimde yürütülür. Bu biçim temel olarak birbirini destekleyen üç genel alan içinde olur: (a) Ekonomik güçten ve bu gücün temsilcisi olan uluslararası örgütlerden geçerek sağlanan ekonomik kontrol ilişkileri: Örneğin, teknolojik araç ve ekonomik örgütlenme biçimlerinin transferi, doğrudan ve ortak yatırımlar, kalkınma planları, yardım ve borç politikalarıyla gelen ve sürdürülen ekonomik kontrol; bu kontrolün kendi bilinci ve ideolojisinin yaratılması; (b) Siyasal ve kültürel örgütlenme biçimlerinin transferiyle gelen siyasal ve kültürel kontrol: Bu yolla kurulan siyasal yapılar içinde ve arasındaki resmi, meşrulaştırılmış ve gayrimeşru ilişkiler; (c) Savaş teknolojileriyle elde edilen üstünlükten geçerek kaba-güce dayanan şantaj ve sindirmeyle hem ekonomik hem de siyasal kontrolü destekleme ve sağlama biçimi.

Ekonomik ve siyasal örgütlenmeler, bu örgütlenmelerin çalışma biçimleri ve bu biçimlerin bilinçleriyle oluşturulan egemenlik (ve aynı zamanda mücadele) yapısının kalıcılığı, örneğin kapitalist özel teşebbüsün ücretli kölelik sisteminin iş yerinde ve siyasal yapılarla kurduğu soğuk terör, ancak bu terörü destekleyen meşrulaştırılmış kaba gücün (adalet sisteminin) varlığıyla sürdürülebilir.[1] Ücretli köleliğe katmaya ve katılmaya karşı direnen insanlar kölelik sistemine ciddi tehlike olarak dururlar. Kitleleri ikna için, endüstriyel yapıların ve bu yapıları destekleyen siyasal mekanizmaların direnenleri hapse atma ve sabıka kaydı ile işe almama gibi soğuk terörüne ek olarak, sıcak terörle sağlanma mekanizmaları kurulur. Siyasal yapının önemli bir parçası olan bu mekanizmaların ardında güçlü bir savaş ve baskıyla sindirme endüstrisi durur. Günümüzde ideolojik egemenliği (bilinç yönetimini, beyin yönetiminden geçerek egemenliği) kapitalizmin başarısının temel taşı olarak sunmak yeterli değildir. İnsanların kendi köleliklerine katılmalarının nasıl bir katılma olduğunu, bunun endüstriyel ve siyasal yapıların soğuk ve sıcak teröründen geçerek sağlandığını bilmek gerekir (Conor, 1994; Schiller; Erdoğan, 1995; Mattelart, 1994).

1970'lerin başında dünya ekonomik ve iletişim düzeni tartışmaları giderek yoğunlaştı. 1974'de BM General Assembly'nin özel bir oturumunda tarafsız ülkeler Amerika’nın tek yönlü egemenliğine karşı Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen talep ettiler. 1976'da taleplere Yeni Dünya Enformasyon ve İletişim Düzeni çağrısı eklendi. 1977'de International Commission for the Study of Communication Problems (MacBride Commission) iletişim sorunlarını incelemek için çalışmaya başladı. 1980'de rapor sunulduğunda, UNESCO'da Amerika’nın ve İngiltere’nin şiddetli tepkisiyle karşılaştı. 1980'lerin sonuna kadar konferanslar yapıldı, bildiriler yayınlandı; kararlar alındı; uygulamalara geçildi. ABD şantaja başladı: UNESCO'ya ekonomik fonu ödememeyi kesti. 1984'de Amerika ve 1985'de İngiltere UNESCO'dan çekildi. Çünkü medya şirketlerinin emperyalist askeri-endüstriyel-iletişim kompleksini oluşturdukları, bu iletişim firmaları tarafından üretilen kültür ve iletişimin diğer ülkelerin kültür ve iletişiminin üzerinde bozucu ve yok edici bir egemenlik kurduğu, dünyadaki iletişim düzeninin dengesiz olduğu, enformasyon akımının tek yönlü olarak çalıştığı, bunun ekonomik ve kültürel egemenlik ile birlikte gittiği, enformasyonda koloniciliğin son bulması için yeni bir ekonomik ve iletişim düzeninin kurulması gerektiği söyleniyordu.

1985'lerde başlayan dönüşüm 1990'a varıldığında Amerika’nın yeniden UNESCO’da egemenliğini kurmasıyla sonuçlandı. Amerikan tezine göre, uluslararası iletişim düzeninde üçüncü dünya ülkelerine doğru daha çok enformasyon akımı, daha çok teknoloji transferi, daha çok yardım, daha çok eğitim ve talim gerekir. Bu politika günümüzdeki Avrupa Birliği’nin Altıncı Çerçeve politikalarıyla örtüşmektedir.

YERİN KULLANIMI: GLOBAL PAZAR VE GLOBAL İLETİŞİM

İnsanlar belli coğrafyada yaşar ve oradaki kaynakları kullanırlar; tarihsel sosyali (toplumu) ve sosyal-kendilerini bu yer içinde üretir ve yeniden üretirler. Yerin örgütlenmesi ve kaynakların kullanımı bu üretim tarzıyla benzeşim içindedir. Belli yerlerdeki üretimle zenginlikler (ve yoksulluklar) yaratılır ve bölüşülür. Günümüzde yer siyasal olarak uluslar biçiminde örgütlenmiştir. Bu mekan toprağıyla, yer üstü ve yer altı zenginlikleriyle, akarsuları, gölleri ve denizleriyle siyasal egemenlik iddia eden ulusal birimin kontrolündedir. Fakat çoğu ülkeler için asıl kontrol uluslararası anlaşmalarla ve ilişkilerle ulusal birimler içinde iş yapan, “emperyalist” olarak nitelenen güçlerin ve onların yerel ortaklarının elindedir. Uluslararası olarak ayrılmış alanlar (örneğin denizler) de aynı güçlerin kullanım ve kontrolü altındadır.[2] Pazar ise ulusal ve uluslararası pazar olarak şekillenmiştir. Her iki pazar da bölgesel ve yerel alt-bölümlere ayrılabilir. Uluslararası pazar günümüzde global/küresel pazar olarak nitelenmektedir. Bu küresel pazarda, yerellik bazen ulus, çoğu kez ulus içindeki mahalli idareler kapsamındaki birim, bazen de bölgesel anlamda ele alınmaktadır.

Kapitalist sermayenin askeri, ekonomik ve kültürel egemenlik ilişkilerinden geçerek kurmayı büyük ölçüde başardığı küresel pazar günümüzün gerçeklerinden biridir. Küreselleşme sermayenin global serüvenidir ve bu serüvenin iletişimi ise sermayenin kendini satışıdır. Bu satış sermayenin değil bütün insanlığın çıkarına ve iyiliğine olduğu görünümündedir. Bu görünümde, küreselleşen üretim, dağıtım ve tüketim pazarıyla birlikte, insanlar küresel dünyanın özgürlük ve demokratik katılma peşinde koşan mutlu üyeleri olarak sunulur.

Yerin kontrolü zamanın da örgütlenip sosyalleştirilmesini zorunlu kılar. Üretim, dağıtım ve kulanım zamanları üzerindeki egemenlik yeni teknolojik araçlarla çok daha etkin hale getirilmektedir. Günümüzde iletişim teknolojileriyle yönetim ve kontrol zamanı kısaltılmıştır. Zaman ve yerin fethi mülkiyet bağlamından bağımsız olarak sunulur ve iletişim ağlarıyla bilgilendirilen, bu nedenle seçim özgürlüğüne sahip küresel bir dünyada yaşadığımız müjdelenir. Bunu müjdeleyenlere göre, elektronik iletişim araçlarındaki gelişmelerle, insanların lüks tüketim maddelerine sahip olmasıyla ve "demokratik" ve "özgürlükçü" kültürle birlikte, geleneksel, dışa kapalı köy global köy biçimine dönüştü. Global köyün insanları televizyon sayesinde dünyanın her yerinde olup bitenlere (=nerede bir felaket, cinayet, trafik kazası, sansasyon varsa onlara) anında şahit olmaktadır. Dünya modern uydu iletişimi ve kapitalist üretim biçimindeki gelişmelerle bütünleşik bir dünya oldu. Televizyon barışta ve savaşta kitlelerin "izleyici" değil, katılımcı olduğu "iletişim devrimini" getirdi. "Körfez Savaşı," Afganistan’a müdahale ve Irak’ın işgali karşılıklı bağımlılık içindeki dünyanın iletişimle katıldığı, ilk global "kurtarış" savaşları olarak sunuldu. Eski modeller, ideolojiler, kalıplar yok oldu. İletişim devrimiyle küresel katılım başladı. Emperyalizm yerini gelişmişi taklit ederek, onlardan yeni teknikleri ve bilgileri ve tecrübeleri transfer ederek sağlanan küresel gelişmeye bıraktı.

Yer ve zamanın fethiyle gelen bu tür efsaneleştirmeler ve masallar, kapitalizmin ve emperyalizmin ekonomik ve bilinç yönetimindeki başarısının övgüsüdür. Aslında, iletişim teknolojilerinin devrimi araç üreticilerinin globalleştirdikleri pazar devrimidir. Global köy olarak nitelenen dünya reklamcıların reklamını yaptıkları tüketim mallarının üreticisi uluslararası firmalar ve ortaklarının köyüdür. Bu köydeki insanların övünülen "katılımı" kendi sömürüsüne tüketim seviyesinde, üretilmiş son-ürünün kullanımındaki katılımıdır (=tüketim kalkınması). Ne Vietnam ne Körfez ne Afgan ne de Irak işgallerinde televizyon kitlelerin arzularının belirlediği ve uygulandığı bir araç veya alan olmuştur. Tam aksine, örneğin Körfez Savaşı’nda ve Irak’ın işgalinde tümüyle askeri güçler tarafından kontrollü bir şekilde verilen enformasyon çokluğu, bolluğu vardı. Bu bollukla global kentteki savaşa katılan Amerikalılar (ve dünya) ne savaşın ideolojisine ne de gidişine herhangi bir etkide bulunabilecek bir pozisyona getirildiler; seyrederek ve seyrettirilerek global kentteki emperyalist petrol çıkarları düzeninin Amerika’nın kontrolünde yeniden kurulmasına katıldılar. Bu katılma “kamusal alana” burjuva sivil toplum örgütlerinden geçerek katılmadan farklı görünse de sonuçta aynıdır: Burjuva sisteminin demokrasi ve özgürlük satışını yapmak. McLuhan ve benzerlerinin iletişim teknolojilerinin saptayıcılığı görüşü mülkiyet ilişkileri dışında ele alındığı için havada kalmaktadır. İletişim teknolojileri materyal ilişkilerin saptayıcılığında öncelikle toplumsal kontrol ve yönetimin bir aracıdır. Mattelart'ın belirttiği gibi (1994) iletişim teknolojilerindeki gelişmeler (videolar, VCR'lar, kablo TV, uydu gibi) hem dengesiz, tek taraflı teknolojik araç akımını hem de alternatif gelişmelerin engellenmesini getirir ve egemenliği destekler (Mattelart, 1992; Mattelart & Schmucler, 1985; Raboy, 1990.)

UZAYIN KULLANIMI: EKONOMİ, BİLGİ VE KONTROL

Pazarın tutulması ve yaygınlaşmasının ön koşullarından biri uzayın kontrol ve kullanımıdır.[3] Uzay her tür amaç için gerekli ulaşım ve iletişim için önemli bir araçtır. Uzayın kullanımı, ekonomik çıkarlar ve bu çıkarları destekleyen siyasal mekanizmaların kurulması ve geliştirilmesine bağlı olarak gelir; frekansların bölüşümünden “hava güvenlik sahalarının belirlenmesi,” ve korunması, sivil ve savaş amaçlı kullanılmasına kadar değişir. Hava yolunun bölüşümü demek ulaşım (sivil ve askeri rotaların) ve iletişim (radyo frekanslarının bölüşülmesi) kullanımı ve sahipliği demektir. Telsiz telgraf, radyo ve televizyon yayınları yoluyla iletişim havadan geçen radyo dalgaları üzerine yüklenmiş kodlarla/şifrelerle yapılır. Çoğu ülkede teoride hava herkese aittir; kamunun malıdır. Uzaya çıkıldığında bu mülkiyet uluslararası bir karakter alır. Bu sadece teoride böyledir. Gerçekte, örneğin Türkiye’de hava ve uzay ekonomik gücü ellerinde tutan iç ve dış güçlerin doğrudan veya dolaylı mülkiyeti ve kontrolü altındadır.

Uluslararası soğuk savaşta (ideolojik propaganda ve bilinç yönetiminde) özellikle radyo yaygın olarak kullanılmıştır. Bugün bu kullanım artık dışarıdan yapılmaktan çok içte kurulan medya yayınlarının kullandığı içerikle yapılmaktadır. Fakat casus radyo olarak niteleyebileceğimiz başka ülkelere yönlendirilmiş kısa dalga yayınları propaganda amaçlı olarak devam etmektedir. Gerçi bunların artık, Küba ve Kuzey Kore’ye yöneltilenler dışında gereği kalmamıştır. Fakat paranoid alışkanlıklar hala Radyo Free Europe, Amerika’nın Sesi gibi radyolarla devam etmektedir.

Uluslararası ekonomik ve diğer ilişkilerde yer gibi uzayın kullanımı mal ve insan taşımında kullanılmaktadır. Bu nedenle, yer ve uzayın kontrolü ham madde çıkartma, taşıma, işlenmiş ve işlenmemiş maddelerin akışının sürekli ve güvenli olması, korsanların ve devletlerin gümrük ve vergi gibi isimlerle isimlendirdiği haraçlar olmadan ucuz bir şekilde sağlanması için önemlidir.

İnsan taşıma hem ekonomik (örneğin göçebe, yabancı işçi, mevsimlik işçi gibi adlardaki ücretli kölelerin taşınması) hem de turizm adı altında toplanan bir endüstriyel yapının zenginliği için gereklidir.

Uluslararası sıcak savaşta havanın kullanımı havadan ölüm yağdırma ve istilayı sağlama ve bununla ilgili iletişim için önemlidir.

Telsiz, radyo, televizyon ve telekomünikasyon uluslararası alanda ekonomik, siyasal, kültürel nedenlerle kullanıldığı için, bunlar üzerinde havanın kullanımıyla ilgili mülkiyet haklarını düzenleme, yani egemenlik mücadelesinde kendi çıkarına göre bir sistemi kabul ettirme, uluslararası çatışmalar, anlaşmalar, anlaşmaları çiğnemeler (özellikle radyo propagandası ve korsan yayınları yoluyla) ve yeniden anlaşmalarla devam etmektedir.

ARAÇ VE ÜRÜN ÜRETİMİ, DAĞITIMI VE TÜKETİMİ

Uluslararası ilişkilerde diplomasilerin, yardımların, barışların, anlaşmaların ve anlaşmazlıkların, kısaca siyasal ve kültürel olanın hepsinin ardında daima ekonomik çıkar hesapları yatar.

Teknolojik araç belli bir teknolojik yapının (bir toplumsal birimin) kendi gereksinimlerini karşılamak için ürettiğidir. Bu araç teknolojinin bir ürünü olduğu gibi diğer ürünlerin üretilmesinde kullanılabilir. Hem bu araçlar hem de araçlarla üretilenlerin hepsi ekonomik veya siyasal nitelikte olsa bile kültürel üründür. Kültürelliği belli bir teknolojik yapının kendini ifade etme biçimi olmasındandır. Ekonomik ve siyasal olan aynı zamanda kültüreldir. Kültürel olarak nitelenen de aynı zamanda ekonomik ve siyasaldır. Birbirinden bağımsız, birbirinden ayrı iki şey değildir. Uluslar arasında en yoğun ilişki bu kültürel araç ve ürünlerin üzerinde olandır.

19. yüzyılın ilk yarısından beri uluslararasında yeni örgütlenmeler ve faaliyetler ağı gelişti. Sömürgelere örgüt ve örgütsel yapıların ve ideolojilerin transferi sömürgelerin yönetimi için gerekli görüldü. Sömürgeciler arasındaki mücadeleler uluslararası örgütlenmeler, devletler ve özel teşebbüs arası anlaşmaları ortaya çıkardı. 1865'deki elektrik telgrafın kullanımıyla ilgili anlaşmadan sonra, 1870-80 arasında 20, 1880-90 arasında 31, 1890-1900 arasında 61, 1900-1904 arasında 108 uluslar arası anlaşma yapıldı: Evrensel Postal Union, Kızıl Haç; Evrensel zaman gibi (Mattelart, 1994). Bu süreçlerdeki ilişkiler ve bu ilişkileri anlamlandıran iletişim "insanları bir araya getiren" bağ olarak nitelendi. Yirminci yüzyılın başından beri hızla gelişen iletişim teknolojisi ve faaliyetlerindeki ilerlemeler, uluslararası ticaretin, iş bölümünün, doğrudan sömürgecilikten yeni-sömürgeciliğe geçişle birlikte yeni örgütlenmeler ve ikili, gruplar ve dünya çapında anlaşmalar ve birleşmeler biçiminde oldu.

Bu gelişmeleri öven egemen görüşe göre, uluslararası ham madde ve bitmiş ürün akışı, alışverişi anlatır. Bu alışveriş ve bu alışverişi geçekleştiren teknolojik yapılar insanlar arasındaki anlayışı, dayanışmayı ve yakınlığı sağlayan araçlar rolünü oynar. Bu tabi tabansız bir iddiadır, çünkü alışveriş kavramının geçerli olabilmesi için gerçek anlamıyla bir alışveriş koşulunun olması gerekir. Mutlak kölelik, ücret köleliği, sömürgecilik gibi egemenlik ilişkilerinde alışveriş yoktur; baskı, katma, katılma ve sömürü vardır. Bir şeyi para verip satın alma alışverişin sadece en son halkasıdır. Önemli olan bu alışverişin diğer halkalarıyla ilgili koşulları belirlemede güç sahibi olabilmektir. Bu alışverişte Türkiye gibi ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynak ve zenginlikleri dışa doğru akar. Bu alışveriş değildir; buna sömürü denir.

Egemen düşünce yapısına göre, Batının ticari ve endüstriyel yapısı ve kültürü medeniyeti ve ilerlemeyi temsil eder. Dolayısıyla, bu yapıyla ve kültürle karşılaşmak ve yatmak medeniyet ve ilerlemeye gebelik yaratır. Dünya özellikle 1990’lardan beri kendileriyle yatmış gebelerden doğan şimdi büyümüş çocukların işbirliğiyle yeni-sömürgecilik koşullarını hızla tamamlamaktadır. Böylece sermaye, işbirliği ve rekabetten geçerek küreselleşirken, emeğin hareketliliği ve direnişi küresel-yerelleştirme (glocalism) yoluyla yok edilmektedir.

İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ VE ÜRÜNLERİ

İletişim teknolojileri denildiğinde genel bir teknolojik yapının içindeki özel bir yapı anlatılır. Bu yapı teknolojik araçlar üreten ve bu araçlarla aracılanmış iletişimi yaratan ve geliştiren yapıdır. Bu yapıda en çok sözü edilen kitle iletişim araçları ve ürünleridir. Bunlara 2000’lerde cep telefonları eklenmiştir. Egemen görüşlere göre bu yapılar insanlığın gelişmesini dile getirir. Eleştiren görüşe göre iletişim teknolojisi, yapısal transfer, profesyonel ideolojiler, ürün üretimi ve akışına bakıldığında tek yönlü bir egemenlik ve dolayısıyla emperyalizm görünür. Bu nedenle, 1960'dan beri uluslararası ilişkiler ideolojik emperyalizm, kültürel emperyalizm, yeni-emperyalizm, medya emperyalizmi gibi kavramlarla betimlenmektedir.

Boyd-Barrett’ in belirttiği gibi (1977) medya emperyalizmi bir ülkedeki medya içeriği veya mülkiyet, yapı ve dağıtımının, bir diğer ülke veya ülkelerin medya çıkarları tarafından önemli dış baskılara tabi tutulması sürecidir. Schiller 1976’da süreci kültürel açıdan ele almıştır: Kültürel emperyalizm, bir toplumun modern dünya sistemine getiriliş süreçlerinin toplamıdır; toplumun sosyal kurumları bu sistemin değer ve yapılarına benzeşir; bunun gerçekleşmesi için toplumdaki egemen tabaka teşviklerle çekilir, gerekirse baskı altına alınır, zorlanır ve hatta rüşvet verilir. İletişim emperyalizmi kültürel emperyalizme götürür (Galtung (1979). Gelişmiş Batı "feodal iletişim şebekeleri" üzerinde egemenlik kurmuştur. Dengesizlik sürecinde, azgelişmişlerin yönetici elitleri kendileri gibi olan ülkelerden haber alma yerine, gelişmişlerden haberle ilgilenirler. Batı az gelişmiş için neyin habere değer olduğunu tanımlar; medya ile kullanıcılar olayları "batının gözüyle" görmeye başlar; kültürel kimlik geriler, milli bağımsızlık kaybolur ve siyasal bağımsızlık elden gider. Günümüzdeki uluslararası iletişim düzeni reformla düzeltilemez. Reformcuların önerileri (yardım, plan, eğitim) "kozmetik ameliyattır."

Teknolojinin orijini ve gelişmesi gibi, teknolojinin nerelerde ve nasıl uygulanacağı da kendiliğinden ve istatistiksel olasılığa bağlı olarak ortaya çıkmaz. İletişim teknoloji ve ürünlerinin üretimi, dağıtımı ve tüketimine bakıldığında uluslararasında yoğun bir ilişki, egemenlik ve mücadele ağları olduğu görülür. Bu ağlar diplomatik, soğuk ve sıcak savaş ilişkilerini de içerir ve bu ilişkilerle ve bu ilişkilerin iletişimiyle bu ağlarda egemenlikler ve mücadeleler dinamik bir şekilde sürdürülür.

Teknolojik-araç transferi fiziksel çevredeki etkileri, finansmanı, yönetim ve idaresi, toplumdaki yerinin ve görevinin yasal düzenlemesi, kullanılmasındaki profesyonelleşme, teknik eğitimi, bakımı, geliştirme olanakları gibi çeşitli soru ve sorunları beraberinde getirir. Teknoloji transferinde çok nadiren "tercihler" objektif toplumsal çıkar ve gelişme kıstaslarına göre yapılır. Teknoloji transferi siyasal ve ekonomik politikaların ve bunların ardındaki özel çıkarların çerçevesi içinde yapılır. Bu özel çıkarlar genel çıkar olarak sunulur.

ÖRGÜTSEL YAPILAR, TRANSFER VE TRANSFERİN İŞLEYİŞİ

Teknolojik yapı ürettiği araçla birlikte, ondan önce veya sonra, örgütsel biçimleri de yaratır. Teknolojik araç transferi demek aynı zamanda örgütlü yapıda karar vermek ve çoğunlukla yapı transferi anlamına gelir. Yapıların transferi ve gittikleri yerdeki örgütlenme ve iş yapış biçimleri kendiliğinden olmaz. Egemenlik ilişkilerini yansıtır. Transfer uluslararası ilişkilerdeki egemenlikleri anlatırken, içteki işleyiş biçimi bu egemenliğin işbirliğindeki bir uzantısı olarak kendini gösterir.

Kapitalist medyanın çalışma tarzı belli örgütlenme, sahiplik, kontrol, finans ve üretim şekilleriyle oluşur. Kapitalist ülkelerde iletişim örgütlerinin belli bir biçimde şekillenmesi, sistemin üretimi kendi çıkarları, değerleri ve pratikleri paralelinde biçimlendirmesindendir. İletişim araçları gelişmiş kapitalist dünya tarafından, kendi yapılarının gereksinmelerine cevap olarak geliştirilmiş ve şekillendirilmiştir. Diğer ülkelerin iletişim sistemleri onların taklididir. Bu ülkeler iletişim sisteminde de gelişmenin gerisinde bırakılırlar. Kendilerine özgü gelişme girişimleri yok edilmiştir. "Kopyalama" veya "uyma-benzeme ve uydurma-benzetme" süreci, böylece, güçlü gelişmiş ülkelerin ihracatı ve diğerlerinin ise ithalatı üzerine kurulmuştur.

Örneğin, ilk egemen uluslararası haber ajanslarının örgütlenme ve çalışma biçimi sonrakiler için egemen bir model olmuştur. Hollywood film üretiminden dağıtımına kadar yüksek derecede profesyonelleşmiş ve özelleşmiş iş bölümü oluşturdu. Bu endüstriyel yapıyı diğer ülkeler çoğunlukla gıptayla kopyalamaya çalıştılar. Diğer ülkelerin film endüstrileri uluslararası medya düzeninin dikey bütünleşmesinde alt kademede taklitçi ve/veya dağıtıcı rol içinde hapsedildiler. Kendilerine özgü gelişme olanakları pazar gerçeklerinin ve ideolojik egemenliğin saptayıcılığı karşısında büyük ölçüde sınırlandı.

Kapitalist üretimde nitelik ve özellikle nicelik büyümesi (a) artan kapitalist ürünlerin pazarlanıp satılması için sosyal iletişim sektörünün ekonomik sömürüsünü, (b) farklı sosyal sınıfların oluşturduğu kitlelere ulaşacak bir ideolojik çerçeveyi gerektirir. Bu çerçeve kapitalist sosyal gerçeğin kapitalist sınıfın çıkarları yönünde yorumlanmasını sağlar. Bu da (eğitimin ve) kitle iletişiminin bu amaçla kullanılmasını zorunlu kılar. Dolayısıyla, medyanın yaradılışı, yapısı ve kullanılış biçimi kapitalin hareketine uyumludur. Özel sistem medyasında bunun gerçekleşmesi için özel bir gayret sarf etmeye gerek yoktur. Bu sırada devletler iletişim endüstrisi ve kapitalist sınıfın tümünün çıkarları arasında arabuluculuk yapar. Bu arabuluculuk genellikle teknik sorun ve çatışmaların halledilmesinde, iletişim üretimi, dağıtımı ve kullanımının yasal düzenlenmesinde kendini gösterir.

PROFESYONEL İDEOLOJİLER, KÜLTÜR VE İŞ PRATİĞİ

Teknolojik araç ve yapı transferi aynı zamanda örgütsel iş yapış biçimlerini, iş ve dünya görüşünü ve ideolojik/kültürel varsayımları da beraberinde getirir. Profesyonellik teknolojik araç ve ürün transferine paralel olarak ithal edilmiş bir iş yapış biçimidir. Bu biçimle birlikte profesyonel kültür ve ideoloji de gelir. Bu ideoloji yerel iş yapış biçimi üzerine oturtulur ve bu karışımdan melez bir yapı doğar. Bu melez yapı hem transfer edilenin hem de yerel olanın en bayağılaşmış ve etikten en yoksun biçimlerini ifade eder. Örgütlerdeki profesyonellik özellikle işletme ve iletişim alanlarındaki egemen kuramlar ve araştırmaları yapan benzer profesyoneller tarafından beslenir.

Schiller’in "İletişim ve Kültürel Egemenlik" kitabının önsözündeki açıklamasında belirttiği gibi, gerçi egemenliğin ekonomik ölçüleri (kapitalin ve pazarın kontrolü, uluslararası finansın alt-yapısı) artan bir şekilde iyice anlaşılmaktadır; fakat kültürel iletişimdeki güç kaynakları daha yeni anlaşılmaya başlanmaktadır. Bilinci etkileyen güçler bir toplumun kendisinin ve amaçlarının karakteri ve yönünün önemli belirleyicileridir. Bir ulus içinde ve uluslararasında mallar, mallarla ve ilişkilerle ilgili iletişim akışı, özellikle gelişmiş ve egemenlik altındakiler arasındaki akış, çok büyük bir öneme sahiptir. Yıllarca verilen bağımsızlık savaşı kazanıldığında, bu kazanç görünüşte yok edilen, fakat aslında kalan egemen güçten alınan değerler ve amaçlar tarafından biçimlendirilirse, doğrudan kolonicilikten yeni koloniciliğe geçiş olur. Yeni sömürgeciliğin siyasal ve ekonomik yapısı ve kültürel egemenliğinde ilişkiler ve iletişimin kaynağı, karakteri ve içeriği, değişen ölçülerde, doğrudan kolonicilikteki zenginliklerin bölüşümü, üretim, dağıtım ve tüketim yapısını yansıtır. Yeni sömürgecilikte ulusların zenginliklerini gasp edenler birbirinin çıkarını destekleyici yoğun bir işbirliği içine girmişlerdir. Buna küreselleşme denmektedir.

TURİZM ENDÜSTRİSİ: MEVSİMLİK ASALAKLIĞIN YÜCELTİLİŞİ

Uluslararası ilişkilerde turizm önemli bir yer alır. Günümüzde ulus içi ve uluslararası bağlamda en çok iletişilen ilişkilerden biri de yabancı turizm ve turizmle kalkınma konusudur. Turizm, uluslararası ilişkiler ve bu ilişkilerin iletişimiyle belli bir dünyayı ve bu dünyanın çıkar koşulunu anlatır. Bu anlatım uluslararası sömürüyü ve bu sömürünün teknolojik ve örgütlü yapısını destekleyen sahte imajlar ve ifadelerle doludur.

Turizm, en masum tanımıyla, ulus içi ve uluslararası ilişkiler ve iletişimde belli ölçüde örgütlü bir biçimde yürütülen, fakat büyük ölçüde örgütlenmemiş insanların ülke içi ve ülkeler arasında kısa dönemli gidiş gelişlerini anlatır.[4] Turizm iletişimi planlama safhasından tamamlanış safhasına kadar bireylerin (a) örgütlü turizm ve ulaşım firmalarıyla ekonomik ilişkilerini, (b) kendi ve gittikleri çevreyle ilişkilerini ve iletişimlerini içerir. Turizm örgütsüz görünmesine ve öyle sunulmasına rağmen, güçlü bir endüstrinin ve ilgili endüstrilerin güdülendirdiği bir yapıdır. Diğer kapitalist endüstriyel yapılar gibi, nicelik ve nitelik bakımlarından dengesiz, hegemonyacı ve sömürgen bir yapıya sahiptir. Turizmle belli ekonomik ve kültürel ilişki biçimleri oluşur, üretilir ve yeniden üretilir.

Turizmin iletişimi en azından iki zıt görüşle anlamlandırılır: Her ikisi de kültürel ilişki temelinden hareket ederler. Fakat hareket noktasından itibaren ayrı yönlere giderler. (1) Turizm de spor gibi siyasal anlamdan uzak sadece "rekreasyon” faaliyeti olarak görülür. Turizm faaliyeti "eğlence, iyi vakit geçirme, dinlenme, seyahat' olarak nitelenir ve değer yargısız olarak gösterilir. Bu “zararsız” turizm faaliyetleri, kapitalist kültürün temel şizofrenisinin kendini gösterdiği kompleks sembolsel temsilleri içerir (MacCannell, 1976). (2) Turizm ilişkileri kültürel, ekonomik ve siyasal egemenlik ilişkileridir (Bakhtin, 1981; Voloshinov, 1973; Schiller, 1976). Bu ilişkiler sürecinde, zengin tarihiyle Anadolu, güzel kıyıları ve mavi denizi, yerel halkın elinden alınır, sermaye tarafından para karşılığı "kullanılmaya" sunulur. Böylece ülkenin hem materyal varlıkları hem de tarihi ticari mal olarak kullanıma arz edilir. Yerel olan her şey (seks turizmiyle kızlar ve çocuklar dahil) kullanılmak, tüketilmek, seyredilmek, denenmek, tecrübelenmek ve akla gelen her tür hizmet için vardır.

Turizm ilişkisinde siyasal güç turizm endüstrilerinin egemenliğini kolaylaştırma ve teşvik etme görevi yapar. Turizm üretim ve ilişkisiyle sadece oteller, moteller, pansiyonlar, restoranlar, sayfiye yerleri, barlar, pavyonlar, eğlence yerleri, turizm taşımacılığı ve acenteleri yaratılmaz, aynı zamanda yerel kültür yok edilerek onun yerine asalak mevsimlik ekonomiyle birlikte asalak bir kültür yaratılır. Bu asalak kültürün insanının bir zamanlar ecdatlarının kullandığı doğa ellerinden alınır. Bu insanlar kendi topraklarından ve çevrelerini kullanmaktan özel turizm ve kamu tesislerinin kurulmasıyla yoksun edilirler. Turizm endüstrisinin üretim koşullarına göre, kışın yatıp yazın sömürüye ve kendi sömürüsüne katılma zorunda bırakılan ücretli/maaşlı köleler veya satıcılar durumuna sokulurlar.

Turizm faaliyetlerini bütün yıla yaymak amacıyla, kitle turizminin yapıldığı yerlerin dışına insanlar ekoturizm, doğa turizmi, alternatif turizm gibi isimler altında çekilmektedir. Bu tür turizm ile kitle turizmi dışında kalan yöreler ekonomik ve çevresel talana açılmaktadır. Bu talan, doğal olarak, kırsal alanda kalkınma olarak sunulmaktadır. Her zamanki gibi kaç kişinin kalkınması, kimin sırtından ve ne pahasına bir kalkınma olduğu yanıltıcı bir şekilde iletiliyor.

Ekoturizm dahil turizm sanayisinin yerel olduğu sahtedir; çünkü bu sanayinin yerellikle ilişkisi yereli hammadde ve ucuz işgücü olarak sömürmesi biçimindedir. Turizmle yerelde değiştirilen doğal, çevresel ve ekonomik peyzaj, yerelin dışından gelen güçlerin, uluslararası sermaye dahil, faaliyet ve çıkar yapısını ve biçimlendirmesini yansıtır. Bu peyzajda yerel, gelişen değil, gerçekte gelişmesi tek bir alana hapsedilerek durdurulandır. Yerel halkın elinden toprakları alınmakta, bu alanlardan dışarı sürülmektedir. Turizm hizmetleri sunan ekonomik örgütlenmelerin sahipleri yerel halk/köylü değildir. Schiller'in belirttiği gibi (1976), turizm genellikle uluslararası şirketler olan tekelci sermaye (ve onların iç ortakları) için gelir kaynağıdır.

Turizmle kültürel alışveriş olduğu iddiası da temelsiz bir bilinç yönetimi oyunudur. Turizmde gidenleri ve gelenleri ele aldığımızda, Türkiye’ye gelen kendi kültürünü ve dünya görüşünü getiriyor ve geri dönerken, en iyi şekliyle, güzel ve egzotik duygularla dolu bir biçimde gidiyor. Türkiye gibi ülkelerden gidenler "içlerindeki Batı" ile giderler ve içleri ve bavulları Batı’yla dolu olarak gelirler. Burada alışveriş nerede? Yabancı turistler gittikleri yerde halka ne veriyor ve onları nelerden mahrum bırakıyor? Bir ülke turizm denilen asalak ve mevsimlik bir faaliyetle nasıl kalkınabilir? Büyük payın uluslararası şirketlere gittiği turizmle Türkiye nasıl zenginler? Turizm sermayesinin parası hangi sanayinin kurulmasını sağladı şimdiye kadar? Hangi ülke turizm sermayesinden geçerek sanayileşti ve kalkındı? İspanya diyorlar, öyle mi? Yunanistan mı? Brezilya mı? ABD mi?

İNSAN GÖÇÜ: YABANCI İŞÇİLER 

İnsanların uluslararasında geniş gruplar halinde akışı çeşitli nedenlerle olan geçici veya devamlı kalmayı amaçlayan göçlerle olmuştur. Göçmenlik, göçmen işçiler, beyin göçü ve beyin kurutma gibi kavramlar bu tür uluslararası ilişkiyi ve iletişimi betimlerler.

İşçi göçü ve yabancı işçi kavramı ve ilişkisi, İngiliz emperyalizminin ucuz işçi kullanarak sermaye birikiminde icat ettiği ve “köleliğe son” propagandasıyla desteklediği bir ekonomik sömürü tarzıdır (Erdoğan, 1997). Uluslararası işçi kullanımı yeni değildir ve kölelikle başlar. Kapitalizmin gelişmesiyle ucuz işgücü biçimine dönüştürülen kölelikte, artık Afrika'dan insanları avlayarak köleleştirme son bulmuştur. Onun yerini önce belli süre için kontratla diğer ülkelerden getirilen işçiler almıştır. Ardından göçebe ve yabancı işçi biçimi gelişmiştir. Bugün kapitalist pazarın yarattığı yoksunluk ve yoksulluk koşullarında, insanları zorla köleleştirme biçim değiştirdi: Çaresizlik ve çıkmaz içine sokulan kitlelerden oluşan serbest-kölelik var artık.

Uluslararası ilişki ve bu ilişkiyle gelen, bu ilişkinin biçimine özgü iletişim biçimini kapitalist ideoloji fırsat eşitliği, özgürlük, demokrasi ve pozitif kültürel kontak olarak niteleyen bir biçimde iletir. Sermaye için oldukça görevsel olan bu ileti biçiminin altında gerçekte sadece ekonomik sömürü yatmaz, aynı zamanda, örneğin Alman halkını yönetmede, kendi sorunlarını çözme ve toplumdaki sorunlara kendi dışında neden göstermede iç siyasal politika gündeminin saptanması ve yürütülmesi bağdaş kurup oturur. Böylece, hunharca sömürülen yabancı işçiler Alman işçi sınıfının işsizliğinin nedeni yapılır. Alman işçi sınıfının bir bölümü Türk işçilere saldırmaya hazırlanır ve saldırır. Türk hükümeti tepki gösterir. Bütün Türkiye tepki gösterir. Faşizm kınanır. "Demokratik" ve "doğru" çözüm yolları aranır. İletişim araçları haber verir. Tartışmalar artar. Bunlar olurken gene Alman dazlak işsiz durumdadır. Gene Türk işçisi gurbette ağır koşullarda dişini tırnağına takmış çalışmaya devam eder. Gene enflasyon, gene soygun, gene bölücüler, işçi ücretleri ve memur maaşları ve dengeler nutukları sürer. Özlüce, yabancı işçiler (a) ekonomik sömürü aracı ve (b) toplumsal sorunlarda suçlu diye gösterilen taşlama keçileri olarak kullanılır.

Kapitalizmin kendini satışında (kendini en ileri ve en mükemmel, en cazibeli gösterişinde) yabancı işçiler önemli bir rol oynamışlardır: Yabancı-işçilerin ülkelerine geri döndüklerinde kendilerini değerli bir "şey" olarak satarak köyünün/kasabasının insanından üstünlük taslaması, kapitalizmin materyal ilişkiler dünyasında ezilenin kendinden gelir bakımından aşağıda olan diğer bir ezilene karşı ezme iletişimi girişimidir. Durmadan tekmelenen Almancının köyünde caka satışı, dünya gerçeğinin güce bağımlı olarak ezme ve tekmelenme olduğunu benimseyen ve evindeki kediden, karısından ve çocuğundan başka ezebilecek insanlar buluşunun verdiği psikolojik doyumun dışa vuruş şeklidir. Bu tür kasılarak gezişle yapılan sözsüz iletişimin anlamı, işçi/köylü sınıfının içinde yanlış pozisyonlandırılmış ve yanlış yönlendirilmiş çekemezlik, hınç ve düşmanlık ilişkilerinin yaratıldığıdır. Yanlış pozisyonlandırma ve yönlendirme sadece ideolojik egemenlikle olmaz; daha etken olarak, materyal ilişkilerdeki pozisyonlandırmada (kişinin yaptığı iş, tuttuğu mevkide) olur. Devletin maaşlı-köle polislerini ücretli-köle grevcilere saldırtması, kapitalist materyal ilişkilerin örgütlenmeyle pozisyonlandırarak yarattığı gerçeği anlatır. Bu gerçek, bir polisin yaptığından kıvanç duyması, saldırmak için can atması, dayak atmaktan doyum sağlaması özelliğini aldığında, kişinin kendine ve kendi gibi insanlara düşmanlığına dönüşür. Dıştan getirilen anlayış ve ilişki tarzı ve içte ücretli ve maaşlı kölelik durumuna düşürülmüş insanları pozisyonlandırmanın getirdiği "benim durumum benim altımdakilerden daha iyi" değerlendirme tarzıyla, insanın pozisyonuna ve pozisyonun bağlı olduğu kölelik sistemine sarılışı, insanlar arası dayanışma kurulmasını önleyici bir rol oynar.

Uluslararası iletişimin, özellikle kitle iletişim araçları, moda ve reklam endüstrileriyle gelen sonuçlarından biri de, insan ilişkilerinde tüketim kültürünün, geçiciliğin, dayanışma zayıflığının, güvensizliğin ve yüzeydeliğin egemen olmasıdır. Günümüz gençliğinin değer sistemine baktığımızda, uluslararası pazarın ticari kültürünün yansımalarını görme olasılığı çok fazladır. Bu durum günlük yaşamda geyik yapma dahil, ciddi ilişkilere kadar olan her alanda uluslararası pazarın imajları, beklentileri, sevileri, tercihleri, iyileri, umutları vb olarak insanlardan geçerek sürdürülmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. Endüstriyel pazarın tüketim değerlerinin egemenliği altındaki insanın entelektüel seviyesi ve bilinci, hayatın tadını Coca Cola’dan alan ergenlik çağında dondurulmaktadır. Buna da post-modern durum adı verilerek çekicilik kazandırılmaktadır.

ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİ VE BASKI İLETİŞİMİ

 Uluslararası iletişimde kitle iletişimi, siyasal iletişim, turizm, halkla ilişkiler, reklamcılık, işçi göçü gibi yönetimsel ilişkiler dışında kalan ve en fazla göz ardı edilen konu geniş kitlelerin mücadeleleridir. Uluslararası bağlamda yoksullaştırılmış kitlelerin mücadelelerinden en kapsamlı olanı bağımsızlık mücadeleleri olmuştur. Bağımsızlık mücadeleleri tarihi, yaşanan kölelik türlerine karşı başkaldırı tarihi olarak özetlenebilir. İnsanlık tarihi bu tür başkaldırılarla dolu bir tarihtir. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından hemen sonra, özellikle ulusal bağımsızlık mücadeleleriyle eski sömürgeciliğin son bulup yerini emperyalizmin yeni-sömürgecilik biçiminin almaya başlamasıyla, bağımsızlık savaşları da yeni bir biçime dönüştü: Emperyalizmin bir ülke içindeki egemen güçlerle yürüttüğü sömürüye karşı mücadele oldu. Bu mücadeleler 1960'larda gerilla savaşı olarak başlamış, 1970'lerde güçlenmiş, buna çevre sorunu eklenmiş ve günümüzde sermayenin kontrol ettiği her faaliyet alanında devam etmektedir. Bu savaşın bir diğer şekli işçi/köylü partilerinin kurulması, bastırılması ve kontrolü şeklinde olmaktadır. Yerel iç savaşların bir biçimi de, tarih boyu imparatorluklar içindeki farklı kavimlerin egemen yapıya karşı direnişi olmuştur. Bu direniş milli burjuvazilerin kuruluşundan beri belli bir azınlık ırkın kendi kültürel ve siyasal bağımlılığını elde etme mücadelesi biçiminde olmaktadır. Bazıları bunu iç-sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi olarak nitelemektedir. Bu mücadelede taban ırktır ve kolayca burjuva ırkçılığına dönüşebilir ki bu genellikle şimdiye kadar böyle olmuştur. Irk tabanlı bağımsızlık mücadeleleri, egemen siyasal ve pazar mekanizmalarının, durumu kendi avantajlarına kullanmaya çalıştığı (ve kullandığı) verimli bir alandır. Emperyalizme karşı mücadelede egemen güçlerin bu mücadeleyi kontrolü ancak yeni bir sistem arayışındaki belirsizliği sömürerek düşman gruplar yaratmasıyla olabilir. Bunda da epey başarılı olmuşlardır. Bu başarının ölçüsü de bir ülkede mücadele verenlerin asıl amacı bırakıp birbirine düşmelerinde, bölünüp parçalanmalarında ve hatta post-modernizm ve "karşılıklı bağımlılık” anlayışıyla gelen "vazgeçmede" görürüz.

Bağımsızlık mücadelesinin biçim değiştirmesiyle birlikte, egemen güçlerin baskı metotları ve sorunları da değişti. Şimdi halk ile halk içindeki "vatan düşmanını ve bölücüyü" ayırt etmek zorlaştı. Ayrıca, polis ve ordunun silahlı yok etme ve kontrol hareketleri kentsel gerilla faaliyetlerinde halkın arasında, halkın gözü önünde, kırsal alanda ise köylülerin evlerinde, tarlalarında, dağlarında olmaktadır. Bu da aynı anda iki sonuç çıkarır: (a) halk arasında korku ve sindirme, (b) çeşitli karşıtlık hislerinin güçlenmesi ve birikimi (ki buna ırkçı birikim de dahildir).

Emperyalist güçlerle el ele yürütülen modern iç savaşta düşmanı halktan ayırt etme zordur. Eğer iç savaş bir ırkın bağımsızlık arayışıysa, genellikle o ırkın hepsini potansiyel düşman olarak görmeyle sorun çözülür. (Zaten işçi sınıfı ta başından beri düşman olarak görülmektedir.) Bunun yanında, bu ırktan egemen düzene düşman olmadıklarını göstermeleri zorlanır ki bu zorlama da köylerin yakılması, sürülmesi, kitleler halinde yok edilmesi, boşaltılıp başka bölgelere taşınması gibi politikaları getirmiştir. Eğer iç savaş gerilla savaşı biçimindeyse, kentte olan, ancak teşkilat içindeki işbirlikçilerin istihbarat iletişimiyle veya bir faaliyetleri sırasında halktan ayırt edilir. Kent dışında olan ise kontrol bölgeleri üzerinde kurulan baskıyla ve Fransızların 1950’lerin ortasında Cezayir'in bağımsızlık savaşında kullanmalarıyla başlayan ve Vietnam'da Amerikalıların da kullandığı "pasifikasyon" politikasıdır. Pasifikasyonda kullanılan metotlar (a) Hitler’i, Goebbels’i ve ülkenin faşist liderliğinin yazdıklarını okutan ve dinleten eğitim ve ideolojik propaganda; (b) köylerin boşaltılarak başka yerlere taşınması ve kontrol altında tutulması; (c) şüphelileri işkenceyle konuşturularak istihbarat toplama ki bu kentlerde de öğrencileri ve gençleri toplayarak işkence ve öldürmeye kadar çeşitlenir; (d) şüphelileri ve "teröristleri” yasal süreçlerle kafa ağrıtmadan hemen orda veya başka yerde fiziksel olarak yok etme (örneğin Arjantin’de ve Şili'de gençliğin düşman ilan edilmesi ve sistematik olarak yok edilmesi; Elbette, sömürünün ırkı, ırkçılığı ve rengi paradır. Paranın (sömürünün) politikasının en başlarında ise ırkçılığın kullanımı ve gerektiğinde kışkırtılması gelir.

Emperyalizmin bilimi özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlık savaşlarına karşı tedbirlerde etken bir rol oynama çabasına girdi. Bunun için yoğun araştırmalar yapıldı ve günümüzde, örneğin değer araştırmalarıyla bu devam etmektedir.

Her gün sürekli yürütülen örgütlü etkinliklerde iletişim faaliyetlerini idealleştiren değerler sistemi, iş kültürü, profesyonel ideolojiler ve iletişim politikaları dışa bağımlılığın kurulması ve yayılmasının başarı koşuludur.

 



[1] Soğuk terörle, kendi yaşam koşulları elinden alınmış insanların aç kalma, işsiz kalma, iş bulamama, işten atılma, insanlık dışı çalışma koşullarına boyun eğme, fiyat artışlarına ve asgari ücret politikalarına ses çıkartmama durumunu kastediyorum. En korkunç terörizm aç bırakma korkusu veren terörizmdir. Bu terörizmi çalışanlar ve iş arayanlar içlerinde sürekli hissederler. Kapitalizm mutlak-kölenin elinden kölelik güvencesini alarak, onun yerine serbest köleliği ve barınaksızlık, giyeceksizlik ve yiyeceksizlik (yani kendi fiziksel varlığını sürdürememe) terörünü getirmiştir. Üniversitenin son sınıfındaki öğrenciler nasıl iş bulacaklarını düşünürken bu terörü derinden hissederler. Sıcak terör adalet ve güvenlik sistemleriyle yürütülen kaba güç uygulamasıdır. Bu yolla insanlar sindirilerek soğuk terör desteklenir.

[2] Ayrıntılı bilgi için Erdoğan, Varis, Schiller, Mattelart, Meyer, Boyd-Barret, Golding, Hamelink, Gubach gibi isimlere bakınız.

[3] Uzay, gökyüzü, atmosfer, atmosfer ötesi kapsamında kullanıldı.

[4] Hakikaten bu masum bir tanım mı? Düşünün.