GÜÇ YAPISI VE İLETİŞİM POLİTİKASI

 

İletişim ilişkileri ve güç uygulaması gelişigüzel bir biçimde olmaz: Amaçlı bir sonuç için güdülen ve basitten karmaşığa kadar değişen politikalarla olur. Politika bir anlık tek bir amaçla ilgili olabilir, veya tekrarlanan belli bir süreyi içerebilir. Hatta, ev işi içine hapsedilmiş "ev kadınının" erkek-kocasıyla iletişimindeki "idare etme" politikası gibi, firmalarda çocuk sömürüsünün “çırak usta ilişkisi” gibi, hayat boyu deneyimlerle kazanılmış sistemli ilişkiler ve tepki biçimlerini içeren ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir sürekliliğe sahip olabilir.

İletişim politikası ilgili amaçların saptanması, araçların belirlenmesi, planların yapılması, kaynakların tahsisi, uygulamalar, denetim ve etki\sonuç araştırmaları ile gelen iletişim ilişkilerinin yürütülme biçimidir. İletişim politikasının zorunlu olarak makro seviyede planlı olarak hazırlanmış olması gerekmez. Her iletişimde insan bilinçli veya bilinçsiz olarak belli durumlarda belli iletişim politikaları uygular. Buradan iletişim politikasıyla ilgili ilk önemli özellik ortaya çıkar: İletişim politikası her durumda, koşulda ve iletişimde aynı olmayabilir. Kişisel seviyeden başlayarak uluslararası seviyeye kadar değişen politikalar vardır. Her seviyedeki iletişim politikası iletişimin ekonomik, siyasal ve kültürel politikası olarak ayrılarak incelenebilir.

Politikalar (1) örneğin aile içinde, firmada, parlamentoda belli örgütlü yapılar ve ilişkiler içinde saptanır; dolayısıyla, tüm katılanların arzularının özgür ifadesi olma olasılığı çok azdır; (2) İlişkideki güç durumunu yansıtır; (3) Politikalarda hazırlanma, uygulama ve sonuçlar süreci vardır ve bu süreçler her zaman birbiriyle uyum içinde değildir. Politikaların uygulanması safhasında da hazırlanışı sırasındaki güç mücadelesi devam eder. Hazırlanışta güçlerini (ve amaçlarını) arzu ettikleri gibi gerçekleştiremeyenler, bunu uygulanışta gerçekleştirmeye çalışırlar. Dolayısıyla, planla iletişilen politika uygulamaya gelindiğinde egemen faaliyetler ağında amaçlandığı gibi gerçekleşebilir veya uygulanması engellenebilir; Ya da olduğundan ve amaçlandığından başka biçimde uygulanabilir. Bu politikalar, günlük yaşamda, önceden planlanmamış alışkanlıklar ve çeşitli kültürel pratikler, "normal" ilişki biçimleri olarak görünürler. Çoğu kez kafa yorup plan yapma gereği duyulmaksızın yürütülür. Bu, bireylerin "normal koşullarda" güttükleri günlük ilişki ve iletişim politikasıdır. Normal koşullar dışında, örneğin gerginlik durumlarında, gene kişisel alışkanlıkların ve kültürel yapının kısıtlayıcı ve yönetici olarak rol oynadığını, düşünerek ve planlayarak karar verildiğini görürüz.

Toplumsal politikalar gerçek anlamını tasarlanmış ve politika olarak sunulan biçimlerinde değil, daha çok faaliyetler ağı içinde uygulanışı, sonuçları ve sonuçlara tepkiler içinde anlamlandırılmalıdır. Örneğin bir iletişim politikasının birinci maddesinde: "Bu bir demokratik ve özgür iletişim kurmayı ve geliştirmeyi ve yürütmeyi amaçlayan politikadır" yazılması, uygulamada bu politikanın dendiği gibi olduğunu veya olacağını anlatmaz. Politikalar gerçek anlamını iletişimdeki anlatımla bulmaz, sembollerle olan anlatımın dayandığı, çıkıp geldiği materyal ilişkiler düzeni içindeki günlük faaliyetlerde gerçek anlamını bulur.

Her ülkenin devlet politikasının saptanışı ve uygulanmasında dünyada ülkeler arasındaki ilişkilerde, ülkenin tuttuğu yere bağımlı olarak gelen, uluslararası belirleyicilik vardır. Dolayısıyla, politikaların her seviyesi ve biçiminde bağımsızlık (veya bağımlılık) ölçüsü güç ilişkilerine göre anlam bulur, belirlenir. Örneğin serbest akım politikası Amerikan iletişim örgütlerinin ortak çıkarlarını uluslararası alanda, bu örgütlerin kendi girişimleriyle, Amerikan siyasal sisteminin dış politikalarıyla ve Amerikan ve Batı sermayesinin egemenliğindeki uluslararası örgütlerin faaliyetleriyle yürütülür. Serbest akım politikası sadece enformasyonun serbest akımı değil aynı zamanda ekonomik pazar ilişkilerinde serbestliği anlatır ve destekler. Dünya ülkeleri bu politikaya karşı direnmişler, fakat 1980’lerin ikinci yarısından sonra direnişin yerini katılma almaya başlamıştır. Avrupa Topluluğunda "koruma" politikaları 1990'larda ortak yeni kararların alınması ve politikaların saptanmasıyla sonuçlanmıştır. Örneğin, Avrupa Topluluğu komisyonu ilk kez 3 Eylül 1989'da Avrupa ülkelerine giren televizyon ürünlerine kota koymuş ve doğal olarak Amerikanın tepkisiyle karşılaşmıştır. Türkiye gibi ülkelerde ise, 1980'lere kadar iletişim politikaları basında özel teşebbüs ve yayında ise devlet tarafından düzenleniyordu. Basın politikaları batı tipi gazetecilik pratikleri ve Amerikan profesyonel ideolojisini taklide yönelmiştir. Yayın sistemi ise burjuva milliyetçiliğini ve batı kültür değerlerini benimseyen ve yayan bir politikaya sahipti. Fakat bu devlet politikası Amerikan biçimi örgütlenme değil, yüzyıllardır ilişkide bulunulan Avrupa siyasal ve ekonomik örgütlenme kültürünün hizmet ideolojisi ile birlikte gelmiştir.

1980'lerde global iletişim firmaları uluslararası faaliyetlerini artırdılar. IBM, AT&T, Bertelsmann, Sony, NEC, Murdock imparatorluğu, ITT gibi belli başlı firmalar bütün dünyadaki ülkelerde iletişim politikalarının saptanması ve uygulanmasında güçlü ağılıklarını artan bir şekilde hissettirmeye başladılar. Küreselleşme, özelleştirme ve deragulasyonla birlikte sahnede yabancı şirketler, ortakçılar, reklam şirketleri ve yeni iletişim sermayesi ön plana geldi. Böylece, iletişim politikaları tekelci pazar çatışmalarının ve anlaşmalarının egemenliği altına girmeye başladı. Bu durum geleneksel kamu servisi ile yeni güçler arasında çatışma ve gerginlikler ortaya çıkardı. Örneğin televizyon alanında gerginlik ekonomik ve endüstriyel politika çıkarlarıyla kültürel ve sosyal ilgiler arasında olmaktadır: Dyson ve Humpreys'ın tartışmalarında belirttiği gibi (1990), Amerikan "Coca Cola medeniyetiyle" "Avrupa’nın kültürel kimliğinin erozyonu" çatışmaları devam etmektedir. Türkiye'de ekonomik ve endüstriyel yan kamu servisini beceriksizlikle, halkın ihtiyaçlarına duyarsızlıkla suçlamışlar ve alternatif olarak iletişim özgürlüğü propagandasıyla gelmiştir. Böylece, özel teşebbüs ideolojisi hem ekonomik hem de kültürel politikayı özel teşebbüsün "halka istediğini verdiğini" iddia eden ideolojisiyle çözümlemeye çalışmaktadır. Geleneksel kamu servisini savunanlar ise kültürel gelenekleri koruma ve özel teşebbüsün kar amacını sosyal amaçlar önüne getirmeme üzerinde durarak savunu yapmaktadır. Özelleştirme sorunu deregülasyon baskıları, meşru ve gayri-meşru endüstri-politika uygulamaları, devleti yasaların meşruluğunu koruma veya soruşturma durumuyla karşı karşıya bırakmıştır. Ortaya çıkan gerginlik ve çatışmalar ve güç mücadelesi, devleti iletişim politikasında fikir birliğini yeniden kurma girişimlerinde oldukça ciddi meşrulaştırma sorunlarıyla yüz yüze bıraktı. Eğer korsanlık yapan bir grup halk olsaydı, devlet özel timleri, polisi veya orduyu saldırtıp, fikir birliğini kolayca sağlardı. Fakat devletin karşılaştığı güç devletin kendisinin iletişim politikasının ve örgütlenmesinin meşruluğunu soruşturan, devletin kendini belirleyen güçler ve bu güçlerin uluslararası ortaklarıydı. Ayrıca, bu ortaklar devletin kendi içinde de yer almaktaydı. Kaçınılmaz sonuç elbette devletin iletişim politikalarını yeniden gözden geçirmesi ve güç ilişkileri ayarlaması yapmasıdır. Devlet ve kamu sektörü 1980'lerden beri, eskisinden çok daha yoğun olarak, dünya pazarındaki "pay rekabetine" artan bir şekilde hem güç hem de ekonomik-zenginlik aracı olarak çekilmektedirler. Kapitalist devletler için bu çekilme "pay rekabetidir." Fakat Türkiye ve benzeri devletler için, sorun "pay rekabetinin" konusu olmaktır (yani üzerinde pay artırma rekabetinin yapıldığı "kaynağın" devleti olmaktır.)