BAUDRILLARD VE ŞAHANE KAPİTALİZM İÇİN ŞAHANE UYDURULAR

Medyanın derinliğinde gömülmüş biz, artık bir şeyin olup olmadığını söyleyemeyiz.

Baudrillard, 1998

 

Baudrillard, sözlerle ve sözlerle insan beyninde yarattığı imajlarla büyüleyici ve hele bu imajlar doğru olduğunda eşsiz. ama post-yapısalcıların ve post-modernistlerin ve de özellikle onlara özenenlerin belki de en büyük sorunu, dil ile gerçeği kurarken, gerçeği anlamak için gerçekle ilgilenme yerine, dille (kelimelerle ve kavramlarla) “oynayarak”, şahane ve çoğu kez anlamsız cümlelerle gerçeğin bir yana bırakılması ve büyüleyici sözün gerçeğin yerini, gerçeği abartarak veya yok ederek almasıdır. Baudrillard bize, küresel ekonomik, siyasal, düşünsel ve kültürel pazarın getirdiklerini ve götürdüklerini çarpıcı anlatılarla sunar; dünyayı ve insanını artık bitmiş, tükenmiş, boş/anlamsız, yarını olmayan, “yarın” sandığının bile yarın olmadığı bir son-ürün biçimlendirilmesi olduğunu belirtir. Yarının bile ancak bugün olduğunda anlam kazandığı bir egemenliği yüceltir ve över. Baudrillard küresel kapitalizmin süperstarlarının süperstarı, sevmesek bile hayranlık duyduğumuz ve kendimizi özdeştirdiğimiz bizi bizden eden ötekinin işlevsel ötekisi. Daha kötüsü, küresel pazarın yarattığı ciddi insanlık koşulunu, anlatılması gerektiğinin tersine anlatarak, örneğin, “artık emek kapitalin yeniden-üretimine hizmet etmiyor; kapital emeği üretiyor ve yeniden-üretiyor” (Baudrillard, 1992) gibi, gerçek üretim faaliyetini bir kenara iten ve üretimi düşünsele ve gücün meşrulaştırılmasına taşıyan bir şekilde açıklamaktadır. Kapital ne kendini ne de özel mülkiyet ilişkileriyle ücretli-köle olarak kullandığı emeği, emeğin gücü (insanların çalışması ve tüketmesi) olmaksızın yeniden-üretebilir. Aynı zamanda, McLuhan gibi harika sözlerle kurnazca çarpıtarak, örneğin, “bir şeyin olmamasına neden olan bir eylem biçimi olan caydırmanın çağımızda egemen olduğunu” belirtirken (Baudrillard, 1992), sadece olanı ve anlamını reddetmemekle kalmamakta, aynı zamanda, 24 saati sürekli faaliyetlerle yürütülen örgütlü yaşamı boş ve anlamsız olarak sunmakta ve önemsizleştirmektedir: Aç ve işsiz olsaydı nasıl sunardı acaba?

Baudrillard 1970’in başında iletişim konusuna tüketici toplumunun inşası, nasıl yeni değerler, anlamlar ve faaliyetler sunduğuna, Marksizm ve siyasal ekonomi açısından yaklaşır. 1972’de Toward a Critique of Political Ekonomi of Sign ve 1973’te The Mirror of Production yapıtlarıyla, Marx’ın eleştirisine başlar. Ardından, Baudrillard Marx’ı ekonomik indirgemecilikle niteler ve Marksist yaklaşımın dil, işaret ve iletişimi kavramlaştırmadaki beceriksizliğini vurgular (Baudrillard, 1983). 1972’deki yapıtının Media için Requiem bölümünde, Enzenberger’in medya teorisini ve sosyalist medya stratejisi yaklaşımını örnek olarak ele alıp eleştirerek, Marksizmin ruhuna fatiha okur.

Baudrillard kendi medya teorisini, Marksizmin ve resmi solun pozisyonunu stratejik illüzyon olarak niteleyip tartışma dışı bırakarak, “aydınlanmış Marksist” olarak nitelediği Enzenberger’i ve “büyük gösterinin  solcuları” olarak nitelediği Radikal Amerikan Sol’u, Mayıs 1968 olaylarını ve Marksist anlayışın eleştirisini yaparak ve medyanın karakterini kendi anlayışı çerçevesinde sunarak biçimlendirmektedir.[1]

The Evil Demon of Images ve On Seduction yapıtlarında, medyanın radikal bir kuramını geliştirmenin olanaksız olduğunu, çünkü toplum ve siyasal ve ekonomik güçler arasında aracılık yapan örgütler anlamında gerçekte “medya” olmadığını belirtir. Medya “anlamı nötr yapar” ve izleyiciyi tek boyutlu bir tecrübeye sokar: Bu tecrübede, anlam aktif olarak anlam üretme veya süreçten geçirme yerine, imajlar pasif bir şekilde emilir veya anlama direnilir. Baudrillard’a göre, tv hiçbir şey önermez; sadece bir ekrandır; “senin kafanın içinde bulunan” minyatürleştirilmiş terminaldir”; “sen ekransın ve tv seni seyrediyor” (Kellner, 1988). Baudrillard’ın bu görüşüne göre, elektronik medyanın mitlerle, tarihle veya anlam inşasıyla (ideolojiyle) hiçbir alakası yoktur.

Bu tür yaklaşımda (Baudrillard’da ve Postmodern yaklaşımda) medya özerk olur; yani, MacLuhan türü teknolojik determinizm geliştirilerek ilginç bir şekle dönüştürülür.[2] Bu şekilde, medya sosyal sistemden soyutlanır ve medya teknolojisi egemen sosyal güç yapılır; medya mesajdır, ama asıl-ötesinin (gerçek-üstünün; gerçek-ötesinin) mesajıdır; bu asıl-ötesinin sorumlusu ise, yaratılan masal (sahte-gösteri; simulacra) evreninin tuzağına düşen, gerçek yerine şahane-gösteriyi seçen ve “soğuk baştan-çıkartmaya” zevkle katılan, izleyicilerdir: Baudrillard’a göre (1983a) izleyiciler medyanın mesajının “anlamına” veya dış dünyayla olan ilişkisine değil, fakat onun göz kamaştırıcı içsel koduna ve “kendine referansçı” yapısına karşılık verirler. Postmodern çökme süreci izleyicinin sosyal doğasına uzanır ve onu “süngerimsi bir nesneye, bir karadeliğe, kitleye” dönüştürür. İzleyici, yansıtmaksızın, medyadan gelen anlamsız mesajları emer. Buna aykırı bir biçimde, bu “nükleerleşmiş, atomlaşmış, molekülleşmiş kitle” aynı zamanda güç merkezidir. Bununla beraber, gerçek şu ki, kitleler ne geçmiş ne de gelecek için yazacak tarihe sahiptir. Harekete geçirecek potansiyel enerjiden veya doyuracak arzudan yoksundurlar. Güçleri tümüyle “o andalık”. Şimdi ve orada... Sessizliklerinin gücü (Hard ve Dickens, 1996:213). Bu yorumlamayla, Baudrillard kitlelerin mücadele gücünü ve örgütlenme olasılığını yitirdiğini ima etmektedir. Aynı zamanda, medyanın hiper-gerçekleri yaratmasının temel nedenini izleyici kitlelere yüklemektedir; çünkü Baudrillard’a göre, kitleler şahane gösteriden, gerçekle uğraşma yerine oyalanmaktan, kaçıştan, eğlenceden başka bir şey istememektedir; kitleler anlam üretme yeteneğinden yoksundur ve anlam üretmek de istememektedir. Bu yoksunluk iddiası geçersizdir: Her insan anlam üretir; anlam üretmeyen insan düşünülemez. İnsan anlam üretemezse, fiziksel ve sosyal varlığını sürdüremez. Ayrıca, Baudrillard başkaldıran kitleleri aşağılayan elitist gerici-tutucuların seviyesine düşüyor: Yoksunluk, yoksulluk ve istememe kitlelerin doğal karakteri mi yoksa kitlelerin örgütlü koşullar içinde yaratılmış durumlarıyla gelen işlenmiş, yaratılmış, sürdürülen bir sonuç mu?

Baudrillard’a göre, medya yeni postmodernliği oluşturmada hayati rol oynar. McLuhan’ın kavramlarını kullanan Baudrillard, postmodern toplumu modeller, işaretler ve kodların egemen olduğu bir “gibi yapma; gibi canlandırma; gibi oynama” (simulasyon) dönemi olarak tanımlar. Baudrillard medyayı günlük yaşamda önemli rol oynayan ve özerk hiper-gerçek alanını oluşturan imajlar, işaretler ve kodlar üreten ana simulasyon makineleri olarak niteler. Medya izleyicisinin deneyimini aktif süreçten geçirme veya anlam üretme yerine, imajların pasif emilmesi bağlamında ele alır. Böylece, Baudrillard simulasyonlar ve asıl-ötesi (hyperreality) analizini yaparak sosyal kuram ve medya eleştirisine üretim ilişkileri gerçeğini bir yana bırakan bir postmodernist olarak katılır (Baudrillard, 1987).

Buadrillard 1981’de yaptığı eklemede, şu soruyu soruyor: Medya anlamı nütralleştirir ve “haberverilmemiş” mi yoksa “haberverilmiş” mi kitleler üretir? Yoksa medyanın ürettiği tüm mesajları yönlendiren veya yanıt vermeden emerek medyaya başarılı bir şekilde direnenler, kitleler mi? Baudrillard “Requiem for the Media” yapıtında, “medyayı yanıtsız iletişimin değiştirilemez modelinin kurumu olarak analiz ettim. Fakat bugün? Yanıtın yokluğu artık güç stratejisi olarak anlaşılamaz; fakat güçle karşılaştıklarında kitlelerin karşı-stratejisi olarak anlaşılır”. “O halde ne?” diye soran Baudrillard, sorularla yanıta başlıyor: Kitle medyası kitlelerin manipülasyonunda gücün yanında mı, yoksa anlamın ortadan kaldırılmasında, anlama işlenmiş şiddette ve büyülenmede kitlelerin yanında mı? Kitlelere büyülenmeyi işleyen medya mı yoksa medyayı büyük gösteriye yönlendiren kitleler mi? Buadrillard’a göre medya anlam ve karşı-anlam taşır; aynı anda her yönden maniple eder; hiçbir şey bu süreci kontrol edemez; medya sistemin doğasına ait simulasyon için ve sistemi yıkan simulasyon için araçtır. Bu araçlar özerk bir asıl-ötesi dünyası oluşturan ve günlük hayatta asli rol oynayan imajları, işaretleri ve kodları yeniden üretir. Buna alternatif, mantıksal çözüm yoktur; sadece mantıksal şiddetlenme ve felaketli çözüm.

Baudrillard çok doğru olarak, erişimi bitmiş ürüne sahipliğe indirgeyen görüşün yanlışlığını belirtir: Bir televizyon setine veya bir kameraya (veya bilgisayara ve internete) sahip olmak, yeni ilişki ve mübadele/alışveriş olasılıkları sunmaz. Bu sahiplik durumu, bir buzdolabına veya tost aletine sahip olmaktan öte anlamlı değildir: İşlevsel nesneye (örneğin, tv veya bilgisayar programına) bir yanıt yoktur; aracın işlevi zaten oradadır; aracın işlevine bütünleşik konuşma vardır (yani işlevi sözle veya yazılı sözle veya herhangi bir anlatıyla belirlenmiştir) ve onu alarak ve kullanarak zaten yanıt verilmektedir; oynamak için veya karşılıklı oyun bir seçenek veya alan verilmemiştir (eğer aracı kırmazsa veya işlevini tersine çevirmezse).

Sembolsel alışveriş ilişkisinde, aynı anda yanıt vardır. Mesajın iki tarafında gönderici ve alıcı yoktur; tek sesli olarak çözülecek kod veya mesaj da yoktur. Sembolsel mesajın teksesliliğini yıkar, anlamın müphemliğini/çoksesliliğini kurar ve şifrenin öznesini ortadan kaldırır. [3]

Baudrillard’a göre yüz yüze iletişim otantik iletişimdir ve otantik olmayan kötü iletişim ise kitle iletişimidir. Baudrillard şu-anki iletişimi aracılanmış iletişimi üzerinde görür (valorizes); Buadrillard’ın bu görüşü geçersizdir; çünkü kitle iletişimden olduğu gibi, kişiler arası yüz yüze iletişimde de ilişkiyi gerçekleştiren aracılayanlar dil ve sembollerdir. Buadrillard yanlış: Biz günlük yaşamımızda, tv izleyerek sadece birkaç saat Baudrillard’ın alçalmış, manipüle eden, saptırılmış, kötü olarak nitelediği iletişimlerle karşılaşırız; günümüzün geri kalan kısmında, kişilerarası iletişimlerimizde alçalmış, maniple eden, kötü, aşağılık ilişki ve iletişimlere, televizyondakinden daha fazla rastlarız. Daha kötüsü, televizyondaki bu alçalmış deneyimimizin bizde yarattığı hasar, baskı ve duygusal durum ile, kişilerarası iletişimlerle yaratılan hasar, baskı ve duygusal durum bizi televizyondakinden farklı ve çok daha derinden etkileyecektir. Günlük ilişkilerimizde otantik olarak niteleyebileceğimiz ilişki ve iletişim, en yakın sevdiklerimizle olanlardır. Onun dışındakilerin hangileri otantiktir? Hangisi bizi ezmeyen, bizden fayda beklemeyen, bizi sömürmeyen ilişki ve iletişimdir? İş yerindeki yüzyüze ilişki ve iletişimler ne ölçüde ve koşulda otantiktir?

Eğer iletişim alışverişse ve mübadele karşılıklı konuşma ise, kitle iletişimi müzakere karşıtıdır, geçişsizdir ve yanıtsız konuşmadır; her medya iletişmemeyi, iletişim-olmayanı (non-communication), anlamın yok edilmesini ve içe-doğru-patlamayı üretir. Bu doğru; fakat Baudrillard, aynı zamanda, alternatif veya karşıt-medya pratiklerine olanak ve olasılık vermez. Ona göre, Mayıs 1968’de, gerçek devrimci, alternatif ve yıkıcı medya, duvarlar ve konuştukları, ipek-ekran posterler, elle-boyanmış tebliğler, konuşmanın başladığı ve mübadele edildiği caddeydi. Bu basit ve ilksel bir devrimci iletişim ve medya anlayışıdır. Baudrillard, hem bu anlayışı hem de devrimci iletişim nosyonunu tümüyle terk etmiştir.

Baudrillard Towards a Critique of Political Economy of the Sign (1972) kitabının “Requiem for the Media" bölümünde, medyanın postmoderniteyi belirlemede/oluşturmada önemli rolü olduğunu vurgulayan bir teori sunduğunu belirtmektedir. Baudrillard, bu kitabında ve teorisinde, Marksizmin ve Marksist medya teorisinin ölüm duasını yazarak ruhuna fatiha okuyordu. Yazdığı dua dil üzerine kurulmuştu; ustaca kullandığı diliyle, insanın yaşamını üretmesi üzerine kurulu bir yaklaşım tarzını “indirgemecilik” ve “üretimcilik” (productivism) olarak eleştiriyor ve çürütüyordu. Şunu belirtmemiz gerekir: Dil (işaretler) ile ancak “gerçekler hakkındaki imajlar” yeniden-üretilebilir, ama gerçekler değiştirilemez; dolayısıyla, Baudrillard’ın büyülü kavramları ve anlatıları, dolaylı olarak savunduğu küresel pazarın kervanları için hoş ulumalardır. Kervancı memnun; simulasyonlar, simulacralar, işaretler, kodlar ve modellerle sahte imajlar üzerine yeni eleştirel-kılıflar ören Baudrillar’a gülümsüyor kervancı. Bu gülümsemeyle yaygın dolaşıma sokulan Buadrillard meşhur.

Postmodern toplum sömürü üzerine kurulmuştur; Baudrillard’ın işaretler, kodlar, modellerin ve hiper-gerçeklerin egemenliği üzerine değil. İşaretler, kodlar ve masallar ve teolojik anlatılar olarak “hiper-gerçekler” ilk imparatorluklardan beri yönetici güçlerin kitleleri yönlendirme araçları olarak kullanılıyordu. Ama hiç kimse Baudrillard gibi, gerçeği, “gerçek bir savaş riski yoktur, çünkü biz simulasyon ve kontroller çağındayız; savaş sadece medya simulasyonlarında vardır ve gerçek çarpışma sadece bir hayalden (simulacrum) başka bir şey değildir” diyecek kadar gerçeği bükmedi. Medya simulasyonu elbette savaşı bize belli yapılar içinde sunuyor; ama savaş bir yerlerde ve oluyor. Bu gerçeğin herkes farkında. Medya ile sahte-öykülemeler (veya asıl-ötesi) daima vardı; kapsamının ve yoğunluğunun günümüzde değişmesi, toplum yönetiminin ne amacını ne de sonucunu değiştirir.

Medya konuşur veya orada bir şey konuşulur; fakat herhangi bir yerde yanıt vermeyi engeller ve alışveriş/mübadele süreçlerini imkansız yapar.[4] Dolayısıyla, bu alanda (ve aslında her yerde) devrim yanıt olasılığını kurmaktır ve bu da var olan medya yapısının tümünde kökten değişiklik gerektirir. Konuşma tekeli kırılmadıkça, hiçbir değişim fayda etmez. [5] Eğer amaç basitçe herkese eşit bir şekilde dağıtmaksa, kimse konuşma tekelini kıramaz.[6]

Temsil ile gerçek bağında, Buadrillard’ın anlayışında, medya gerçeğinin gerçeği temsil etmesi gibi bir konu tartışma dışıdır, çünkü medya gerçekten de gerçek olan hipergerçeği oluşturur. Baudrillard’a göre, simulasyonlar gerçeği yutar ve simulasyon modelleri şeyler üzerinde öncelik alırlar. Çok fazla gerçek doyma ve patlama ile sonuçlandı; şimdi, içpatlamaya bakıyoruz: Gerçek ve anlam, kendini yeniden-üreten belirsiz simulasyon kitlesi içine eriyor. Baudrillard’a göre, “gerçek eşittir hayal edilen” dönemine giriyoruz; yani gerçek ile hayal arasında bir aralık/farklılık kalmıyor. Baudrillard, kendisi bunu görüyor, simülasyonların ve gerçeklerin farkında ve biz farkında değiliz. O ayrıcalıklı; ayrıcalıklı olmasaydı, hayalleri ve gerçekleri nasıl ayırt edecekti?

Belki beyinlerimizde, simulasyonlar (sahteler) gerçeği yutmuş olabilir; ama gerçek bizimledir: İşsizim, iş bulamıyorum. Bunun çok iyi farkındayım, çünkü her gün, iş peşindeyim, eve ekmek alacak param yok. Bu sırada da “çok şükür” diye başlayan işlenmiş-gerekçelerle, koşuluma bakıyorum. Yani, hem gerçeğin-yerini-alan-sahteyi hem de gerçeği yaşıyorum. Dolayısıyla, medya-gerçeği veya simülasyonuyla, biz haberi seyrederken, bilgilendirilmek yerine eğlendirilmek isteyebiliriz; bu tercih nedeniyle, gerçek kendi statüsünü yitirebilir; simulasyonun etkisi gerçeğin gücünden daha büyük olabilir. Bu binlerce yıldır süregelen biliş ve davranış yönetimiyle hep böyleydi; sadece kapsamı arttı ve içeriği çeşitlendi ve hızı fazlaştı. Fakat gerçeğin statüsünü yitirdiği, herkes için geçerli değildir; simulasyonun farkında olanlar az değildir.

Baudrillard Enzenberger’i ve Marksizmi şöyle eleştirmektedir:

Baudrillard’a göre radikal medya teorisi geliştirmek imkansızdır; çünkü siyasal ve ekonomik güçlerle toplum arasında “aracılayan” kurumlar ve kültürel makineler olarak gerçek bir medya yoktur.

Anlamların, mesajların ve işaretlerin üretimi, klasik üretim güçleri bağlamında yorumlayan devrimci teori için ciddi bir problem ortaya çıkarır; çünkü Marksist üretim teorisi düzeltilemez şekilde kısmidir, genelleştirilemez, materyal üretim dışına transfer edilemez (yani düşünseli, ideolojiyi, kültürü açıklayamaz). Bu objenin tanımı ötesine geçemez; diyalektik küller içinde yatmaktadır (yani, yanmış bitmiştir), çünkü maddi üretimden ayrılmış düzeni (yani üstyapıyı) yorumlama sistemi olarak kendini sunmaktadır. Marksizm en yüksek seviyede tutarlılığa/ahenge sahiptir ve bu tutarlılık yıkılmalıdır; çünkü materyal üretimi aşan bir sosyal sürece (örneğin hiper-gerçek ve modern medyaya) yanıt verme kapasitesine/yeteneğine sahip değildir. Baudrillard’ın bu sözüyle ancak alay edilebilir: Kitle iletişiminde ideolojik içeriği dolduran “sahibinin sesleri”, gerçeği “zevk için” büküyorlar ve Baudrillard’ın hipergerçek dediği imaj çevresini “hoşlarına gittiği için” yaratıyorlar; bu sahte çevre yaratmada, amaçların temelinde asla güç ve maddi ve maddi olmayan çıkar gerçekleştirme, koruma ve sürdürme gibi bir kaygı yok; sanki, Doğan grubu medyasını yürütenler özel olarak Doğan’ın ve genel olarak egemen düzenin maddi ve ideolojik çıkarlarını gözetmiyorlar; aksine, bu temeli, örneğin kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerini “düşünceleriyle” belirliyor ve isterlerse, düşünceleriyle değiştiriyorlar. Bu denli temelsiz anlatıyı yutmak veya yutuyor görünmek için, gazeteci olmak ve işini riske sokacak yazıyı üretmemeyi, bu tür yazıyı üretenlerin başına gelenlerden ders alarak öğrenmek gerekir: Yani düşünsel ifadelerini materyal çıkarlarına göre ayarlamak gerek. Ya da, düşüncelerin ve ifadelerinin “gökten indiğine veya bunları beynin yoktan var ettiğine ve dünyayı değiştirdiğine inanan bir avanak olmak gerek. Dünyayı (veya kendini) değiştirme veya olduğu gibi sürdürüp geliştirme düşüncesi, somut yaşam koşullarından kaynaklanır. Baudrillard gerçeklerini/uydurularını nereden çıkartıyor; beyninden mi yoksa materyal koşullardan ve materyalin düşünsel anlatılarından mı?

Enzenberger’in medya teorisi ve stratejisiyle ilgili olarak solu eleştiren Baudrillard, ardından, Enzenberger’in ve Marksizmin yetersizliği ve açıklama yeteneksizliği savlarıyla gelir: Enzenberger’in anlatıları Marksistlerin “kapitalistlerin üretim güçleri ve teknolojisine el koyarak insanın gelişmesini engellediği; dolayısıyla, özgürleştiren karaktere sahip olan medyayı özgürleştirmek gerekir” görüşünün uzantısıdır. Buadrillard’a göre, medyayı üretici güçlerin mantığına geri koymak (yani kapitalist sermayenin kontrolünden alıp, üreten geniş kitlelerin kontrolüne vermek) artık önemli bir eylem değildir; çünkü bu eylem medyayı devrimci metafizik içine daha da güçlü olarak kilitler.

Eğer medyanın yapısal yönelimi sosyalizm ise (bir diğer ima: Kapitalizm sosyalizme gidecekse), mücadeleye ne gerek var ki?

Marksist imajı hep aynı rüya sarar: Şeylerin kullanım değerlerini yeniden sağlamak için şeyleri değişim değerlerinden soy.

Tüketicinin vermesine veya alışverişine izin verilmez; sadece alması ve kullanmasına izin verilir. Bu bağlamda, malların tüketimi bir kitle aracını oluşturur: Tüketiciler alarak ve kullanarak genel duruma yanıt verirler. Ürünlerin ve mesajların tüketimi soyut sosyal ilişkilerdir. Dolayısıyla, Enzenberger’in medyanın üretici sosyal süreçlere kitle halinde katılmayı olası yaptığı iddiası yanlıştır. Ayrıca, bu katılmanın pratik olanaklarının kitlelerin kendi elinde olduğu iddiası da yanlıştır.

Eleştirel analizler, iletişim teorisinin kucakladığı ideolojik matriksi radikal bir şekilde belirlemede yüzeyde ve kısa kalmıştır. Teori Roman Jacobsen tarafından biçimlendirilmiş olan “gönderici-mesaj-alıcı” (şifreleyen-mesaj-şifre çözen) sıralamasına dayanır. Bu şemada, konuşan tek özne şifre olur; şifre kendini iki kavramın ayrışımından ve mesajın teksesliliğinden geçerek mübadele eden ve yeniden üretendir; insanlar değil. Linguistik teoride, her işaret, dil denilen kod yoluyla diğerleriyle “iletişimde bulunur”. Anlamverme teorisi iletişim teorisi için çekirdek model olarak hizmet eder. Tüm bunlar sadece egemen sosyal pratiklerde yansımaz, aynı zamanda devrimci medya pratiklerinde de yansır.

Zizek Baudrillard’ın görüşünü pesimist kültürel eleştiri olarak niteler. Zizek, Baudrillard, Virilio ve benzerlerinin “siber-uzayın sonunda, hiçbir sembolsel yasa veya gerçeğin herhangi bir imkansızlığıyla kısıtlanmayan hayali halüsinasyonlar evreni ortaya çıkardığı” görüşünü kanıtlanmış bir görüş olarak kabul etmez.[7]

Kellner (1993) Baudrillard’ın kuramının sefil bir medya kuramı olduğunu ve McLuhan’ın formalist, teknolojik determinist ve özcü yaklaşımının yeniden-ürettiğini belirtir. Önceki sosyal kuramın tüm sınırlarını reddeden bir kuramın kendisinin medya, ekonomi, devlet, kültür ve toplum arasındaki karmaşık ilişkileri ve çelişkileri dikkatlice ve titiz bir şekilde işleyebilecek pozisyonda olması gerekir ki Buadrillard’ın teorisi bu karakterden yoksundur. Baudrillard medya biçimlerini ve etkilerini medya çevresinden soyutlar, teorinden siyasal ekonomiyi ve medya üretimini siler; formalizmi, ideoloji eleştirisini ortadan kaldırır. İçeriğin önemini reddeder ve yorumlamaya karşıdır. Özlüce, Baudrillard’ın kuramında, gerçek bir teori veya kültür yorumu yoktur.

Sokal ve Bricmont’a göre (1999), Lacan, Kristeva, Baudrillard ve Deleuze gibi entelektüeller sürekli olarak bilimsel konseptleri ve terimler dizgesini kötüye kullandılar; en küçük bir gerekçe sunmaksızın bilimsel düşünceleri bağlamları dışında ele aldılar; bilimsel anlaşılmaz-dili, uygunluğunu ve anlamını düşünmeksizin, bilim insanı olmayanların önüne attılar. Giderek saçmalığı artan, anlamdan yoksun (içi boş) cümleler kullandılar. Baudrillard tekno-parazitle (anlaşılmaz saçmalıkla) dolu birçok terminoloji kullanır. Bu kullanım üzerinde durduğu teorileri yeterince anlamadığını gösterir. Bilim kötüye kullananlar, düşüncelerindeki yalvanlığı örtmek için anlaşılmaz sözler kullanan entelektüel sahtekarlardır. Mark Poster’a göre (2001) Baudrillar 1980’lerin ortalarına kadar olan yazılarında, önemli kavramlarını tanımlamaz, yazı stili abartılıdır, beyan edicidir ve çoğu kez tutarlı analizden yoksundur; sezgilerini/kavrayışlarını totalleştirir; iddialarını sınırlamayı ve açıklamayı reddeder; sanki toplumda başka bir şey önemli değilmiş gibi, özel deneyimler ve televizyon imajları hakkında yazar; çelişkili kanıtları görmezlikten gelir. Bazıları için Baudrillard postmodern bir şakadır ve karmaşıklığı ise gösterişli anlamsız sözdür.[8]

 



[1] Ayrıntı için bkz: Baudrillard (1972/1981).

 

[2] McLuhan ile benzerlik ve farklılıklarının ayrıntısı için bkz: Kellner, 1988.

[3] Çavuş askere “şunu yap” diye emir verdiğinde ve askerin “emredersin komutanım” demesiyle olan sembolsel alışverişte, “aynı anda yanıt verme” var; ama bu ilişki bürokratik, tek yönlü, belirlenmiş yanıtlar dışında yanıta izin vermeyen bir ilişkidir. Dolayısıyla, ilişkiye güç yapısı ve çıkar ilişkileri katılmayınca, “sembolsel alışverişin” asıl doğasını doğru anlama olasılığı ortadan kalkar.

[4] Kitle iletişiminde yanıtın ille ki mesajı gönderenin mesajı üzerinde olmasına gerek yoktur. Kitle iletişiminde yanıtlar günlük yaşamdaki konuşma, tartışma, satın alma, eğlenme gibi sosyal faaliyetleri içerir. Örneğin, bir tv dizisi seyreden biri kadının diğerine dönerek “kızın çantasını gördün mü?” diye sorması ve onun da “şahane!” demesi bir yanıt türüdür. Kitle iletişiminde amaç kitleler arasında belli düşünsel, duygusal, inançsal ve davranışsal öğelerin dolaşıma sokulmasıdır. Ali ile Bekir arasındaki konuşma gibi, Ali’nin Bekir’e bir şey söylemesi ve Bekir’in de Ali’ye yanıt vermesi değildir. Dolayısıyla, kitle iletişiminde yanıt/geri besleme tartışması yanlış konumlandırılmış ve yanlış yönlendirilmiş bir tartışmadır; tartışılması gerekenin sadece bir parçasıdır, hepsi değil.

 

[5] Baudrillard’a göre, yanıt olasılığı olursa, her şey çözülür. Sorunlar: Hayır çözülmez, çünkü zaten burjuva-liberal çoğulcular katılımcı yönetim ve katılımcı demokrasi söylemleriyle, gülümseyen Makyavelliler ve sahte katılımlar ve katılım imajları yarattılar; ama imajın ve katılım duygularının ötesinde, tekel ortadan kaldırılmadı; hala politika ve uygulama kararlarını verenler belli. Konuşma tekelinin kırılması, ancak iş yapış biçimi ve bu biçimin ilişki tarzlarının değişmesiyle olur. Bu da, süregelen kapitalist üretim tarzı ve ilişkilerinden, konuşma tekelinin oluşmasını beraberinde getirmeyen başka bir üretim tarzı ve ilişkilerine geçişle mümkündür.

 

[6] “Ekonomik indirgemecilik yapma” diyen gerizekalılaştırılmışlığın kendini yeniden üretmesinin bir diğer örneği: Marksizm gelecek, herkesi eşit yapacak.

(1) Diyelim ki bu doğru olsun: Herkesin eşit olması kötü mü? İlle ki birilerinin birilerini soyması, ezmesi, üstünlük kurması mı gerekir? (2) Baudrillard “eşit bir şekilde dağıtmak” sözüyle, cahilleştirilmiş kitleler arasında dolaşıma sokulmuş bir uyduruya inanmaktadır: Marx asla böyle bir saçma iddiada bulunmamıştır; artı-değerin gaspıyla gelen haksız bölüşüme karşı gelmiştir.

[7] Zizek’in siber-uzayla ilgili ayrıntılı açıklaması için bkz: “The Cyberspace is real” http://www.egs.edu/faculty/zizek/zizek-the-cyberspace-real.html

 

[8] http://theoryandacademy.blogspot.com/2007/10/guest-lecture-ken-rufo-on-baudrillard.html.